22 Mart 2010 Pazartesi

İstanbul Avrupa Kültür Başkenti

Televizyonlarda bangır bangır reklamı yapılıyor, afişler sıra sıra, İstanbul Avrupa Kültür Başkenti. İnsanın içinden hemen "Avrupalılar en sonunda değerimizi anladı" demek geçiyor.

Zamanında inşa edilen tarihi eserleri görüp kültürlenmek dışında, İstanbulda yaşayan dolayısı ile Avrupa Kültür Başkentinde yetişmiş bir birey olarak, Avrupalının eksik olan ve eksik kalan kültürünü nasıl pekiştirip arttırabilirim konusuna eğilmeyi başlıca görevim olarak kabul etmiş bulunuyorum.

Avrupalıyı eğitme ve kültürünü arttırma konusunda yardımcı olması için, bizim bilip de onların kültüründe olmayan bazı başlıkları alt alta sıralamakla başlayalım.

1. İki kaldırımın kesiştiği nokta, diğer adıyla köşe başı kapmaca kültürü.
Tabi ki her olayın bir raconu vardır kültür başkentimizde, İstanbulumuz'un hemen hemen her köşe başı abilerimiz tarafından kapılmış parsellenmiş durumdadır, her köşe başında en az bir abimiz bir de yardımcısı görev alır, duruma göre iki yardımcı da olabilir, zaman zaman staj mahiyetinde asistan ve yeni yetmeler de bulunabilirler. Emeklilik durumunda kıdemli yardımcı bu göreve otomatikman atanır. İşin raconu ise köşe başında iyi bir şekilde konuşlanmak ve kaldırımda yürüyen yayaların ellerini kollarını sallaya sallaya oradan geçmelerine mani olmaktır, bu arada gelen geçen bayanlara duruma göre bön bön bakmak, sigara ve alkollü içeceklerin ucuz olanlarının kalite kontrolünü yapmak bu abilerimizin asli görevlerinin başında gelir.

2. Trafik sorununa kolay çözüm Mago-Motosiklet kültürü.
Kültür Başkentimizde trafik sorunu çığ gibi büyüyor, tabi Avrupa şehirlerinin birçoğunda da durum aynı, peki İstanbulda trafik sorunu nasıl çözüldü? Tabi ki motosikletle. Motosiklet bir motorlu taşıt mıdır değil midir? Sanırım değil hatta ismi Motosiklet bile olmayabilir. Motorlu araçlara kırmızı ışık yandığında, durup bekleyen motosiklet görmek henüz bana nasip olmadı, gören varsa söylesin. Yol çok mı sıkıştı, geçecek yer de mi yok, kolayı var çık kaldırıma bas gaza, kaldırımda karşına yaya mı çıktı, bas kornaya çekilsin kenara densiz, çekilmiyor mu kendi bilir kaşınanı kaşımak gerek. Motorlu taşıtlara kapalı cadde veya sokak mı var? Olsun motosiklete serbest, motosiklet motorlu araç değil sonuçta, zaten üzerindeki fastfood veya su dağıtımı yapan elemenın ehliyetinin, hatta okuma yazmasının olmadığı, yüzündeki ifadeden kolayca anlayabilirsiniz.

3. Hep duyuyoruz Avrupada devlet ve devlet kurumları büyük zararda.
Mesela Belediyelerimizi ele alalım onlar da zararda, sonuçta yeterince düzenli ve sağlam parkları, spor olsun diye beş senede üç defa elden geçiriyorlar (kendi deyimleri ile düzenliyorlar), çevre düzenlemesi yapmak bedava olmuyor tabi. Onlarda çözümünü buldular, resmi değnekçilik. Eskiden değnekçiler vardı, bir caddeye vs arabanızı park etmeye kalktığınızda hemen başınıza çöreklenirler para isterler para vermemek için diretenlere de arabasının başına birşeyler gelebileceğini ima ederlerdi. Şimdi aynı işi belediyeler yapıyor, peki modern anlamda değnekçilik yapan bu elemenlar eğitimi olan tipler mi yoksa eskiden sokaklarda değnekçilik yapanlar mı şeklinde bir soru geliyor akla. Anladığım kadarıyla eskiden değnekçi olanlar işe alınmış çünkü en azından ilkokul eğitimi almış hiç kimse ışıklı yaya geçitlerine araba park ettirip makbuz kesmez, demek ki belediyelerimizin çok fazla paraya ihtiyacı var ki ışıklı yaya geçitlerinde dahi çifte park görmek mümkün olabiliyor günümüzde. Görevliyi uyardığınızda ise "hehehehehe" şeklinde bir ünlem alabiliyorsunuz, tam çözemiyorsunuz ancak gülmeye çalıştığını sanıyorum.

4. İşsizliğe çözüm seyyar satıcılık.
Avrupada son birkaç yılda işsizlik almış başını yürüyor. Çözüm mü? Seyyar satıcılık kursu verilmeye başlansın. Bunun içinde en baba eğitim mahali kültür başkentimiz, böylece her sene ülkemizi ziyaret eden yüzbinlerce turist seyyar satıcılık kursunu bizzat uygulamalı olarak görüp öğrenir, iş sahibi oluverir, üstelik işin iyi tarafı vergi ödemeleri de gerekmeyeceği gibi işsizlik sigortası gibi devletleri zorlayan uygulamalar da ortadan kalkmış olur.

İstanbul ebediyyen Avrupanın Kültür Başkenti kalmalı ve Avrupalıları aydınlatmaya onların kültürlerini pekiştirmeye devam etmeli.

21 Mart 2010 Pazar

İlk Mesaj

Vatana millete hayırlı olmasını umarak ikinci blogumu açmış bulunuyorum. Birincisi farklı bir konu ile ilgiliydi ve burada ona yer vermeye gerek olmadığını düşünüyorum.

Doğru okuyorsunuz, sınır değil sinirblog. Sonuç olarak ülkeler coğrafyası, sınır komşularımız ile ilgili bazı bilgi ve cevaplar arayanlar, ödevlerini tamamlamaya çalışan öğrenciler burada vakit kaybetmesinler. Hemen eklemek isterim ki sınır ve sinir birbirinden çok uzak kelimeler değiller ve sınır sadece coğrafya derslerine has olarak kullanılan bir terim değil. Örnek: Sabrın bir sınırı vardır birileri, sınırları aşdığında, bir başkasında sinir yapması mümkün hatta kaçınılmazdır.

Bu blog'u açarken, hedefim birşeyleri değiştirmek değil (can çıkar huy çıkmaz) ülkemize has hemen her yerde karşılaştığım çarpıklıklara parmak basarak, bunları yazarak, not almak ve bir şekilde kendimi rahatlatma amaçlıdır, bunu bir çeşit terapi olarak da nitelendirmemiz mümkün.

"Kardeşim millet bu blogu niye okusun yani yer yer film, program, mp3 veya meraklısı daha çok olan 18+ içerik sunmayacak mısınız, futboldan, takımlardan maçlar hakkında yorum yapılmayacak mı?" şeklinde yakınışları duyar gibiyim. Konseptimde, hırsızlık, yani günümüzün masumane deyimiyle paylaşım yapmayacağımı duyurmak zorundayım, en azından paylaşım yapmamak suretiyle insanları günaha ve hırsızlığa teşvik etmemiş olacağıma inanıyorum.

Şimdilik bu kadar, sizin de sinir olduğunuz, ülkemize veya yörenize has birşeyler olduğunda bana yazmaktan çekinmeyin, uygun olduğu (hakaret içermediği) taktirde burada yer vermeye çalışırım.